Merhabaa, sizlere kısa bir hikaye ile geldimm✨Okuyup düşüncelerinizi belirtirsenizz çokk sevinirimm🙏 Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalare🌷
Yaşanmış yılların yükü vardı şimdi omuzlarımda. Saat dokuzu on geçe arabasına binmiş, bu vapur gibi akıp giden zamanın ağırlığı var üzerimde. Ama en çok da yaşanmamış yılları hissediyorum saçlarımın kırık uçlarında, göz çevremin etrafındaki kırışıklıklarda, soyulmuş bordo ojemde.
Güneş bugün gökkube asılıyken ve yeryüzü bir telaşa bürünmüşken, bulutları takip ediyor gözlerim. Ruhum bir buhranla sarmalanmış bugünlerde. Bilakis şu son iki ay içerisinde epey katlanılmazlık var üzerimde.
Ne olduğunu bilmiyorum, sebebini de bir türlü anlayamıyorum doğrusu. Neyin acısı bu? Neyin sıkıntısı? Ama bu acıyı adlandıramadığım günler her şeye rağmen hızla akıp gidiyor ömründen. Yaşanılacak şeyler geliyor yerine. Her şey birer birer sona eriyor doğrusu.
Gözlerim etrafımdaki insanlarda dolaşıyor şimdi. Herkes mi mutlu? Herkes mi memnun yaşamdan? Sanki herkes huzurluymuş da bir ben huzursuzmuşum gibi hissediyorum. Kıskanıyorum bazen, kendi kendimi yiyip duruyorum.
Böyle mi olmalıydı her şey? Bu şekilde mi bitmeliydi? Şimdi evli, iki çocuklu bir kadınım. Öyle bitap düşmüşüm ki, mecburiyetler için yaşıyorum sahiden. Ama ne istediğimi de bilmezdim gençken. Evlendim bir adamla, sevdiğimi sanmıştım bir adamı.
Bu kalabalığın içerisinde bir kadın çarptı gözüme. Bir merak uyandı içimde. Benden epey farklı gözüküyordu.
Sırtını vapurun korumalıklarına yaslamış, kısmış mavi gözlerini, seyrediyor insanları. Denizi anımsatan bir mavilik var gözlerinde, kıstı mı daha da koyulaşıyor. Uzun kirpikleri her bir aralanışında insan da bilinmez duygular uyandırıyor bakışları. Pembeye boyadığı dudaklarını yalıyor, bir merakla bakıyor o da benim gibi insanlara. Benden epey farklı bir kadın oysa ki!
Bir rüzgar esiyor sonra, kadının sarı, bukleleri saçlarının arasına giriyor, tuzlu denizin kokusu ile süsleyiveriyor. Hayran kalıyorum kadına, bir aşık gibi. Fevkalade duygular uyandırıyor yüreğimde bu kadın.
Bir sigara yakıyor saçları rüzgarla sevişirken, sigaranın külleri denize doğru sürükleniyor, bir duman aklımı çeliyor o sıra. Dudaklarının arasında bir sigara, parmaklarında Beyoğlu'ndaki takıcılara benzeyen yüzükler, boynunda güneş sembollü bir gold takı. Kendi boynuma bakıyorum, bir kolye bile yok şimdi gerdanımda. Parmaklarım bomboş, hep bulaşık yıkamaktan yıpranmış, sigara içişim bile gördüğüm o kadından farklı. İnsan utanıyor doğrusu, o kadında ben neyim diye.
Bunca yıldır hiç de kolye takmadım boynuma, sürmedim ojemle kırmızı rujumu, maşa yapmadım simsiyah saçlarıma. Ne için yaşadım ki bunca yıldır? Belki de yaşanmamış yılları yaşadım sanan kadınlardandım ben.
Tekrar kadına döndü bakışlarım. Merakla baktım kadına. İçimden bir ses “Kim bu kadın?” diyordu. Ne farkımız vardı?
Kollarının dirseklerini korkuluğa yasladı, başını yana doğru çevirip Kız Kulesi'ne bakarken dudakları kıvrıldı hafiften. Gülümsemesi ile yanağında küçük bir çukur oldu, o çukura dokunmak istedim. Gözleri daha neşeli bir hal almıştı bu kuleye bakarken.
Onun gibi çevirdim bakışlarımı, aynı kuleye ben de baktım. Oysa bu ilk değildi ama hiç de dikkatimi çekip incelememiştim kuleyi. Orada olduğunu, varlığını biliyordum ama ne bileyim, insan hiç mi gezmek istemez? En son lise yıllarımda gitmiştim, o gündür bugündür bir daha ziyaret etmedim kuleyi. Bundandı kızgınlığım kendime.
Kendime bir sigara yakıverdim hüzünden, aslında bahane de bu duygulardı. Ne diye sigara içerdim ki? Hiçbir şeyin cevabı yok ben de, hiçbir şey bildiğim de yok.
Kadını izliyorum şimdi, izledikçe üzülüyorum halime. Bunca yıldır kim için yaşanmış bir ömür? Evlendiğimden beri hep çocuklarım için, hep eşim için boyun eğmiş bir kadın oldum. Oysa genç bir kızken karşımdaki kadın gibi olmaktı hayalim. Ama hal bu ya işte, şimdi çocuğumu almaya kursa gidiyor, kendim için bir şey de yapmıyorum.
Saçlarım dağınık, ojelerim soyuk, yüzümde makyaj bile yok, kıyafetlerim aceleyle seçilmiş bir haldeyim. İnsan kendine biraz olsun özenmez mi? Kıskanıyorum efendim, çok kıskanıyorum bu kadını. İnsan kendi için yaşamayadığı duygularının altında ezilip kalır doğrusu.
Bazen hiç evlenmesem nasıl olurdu diyorum kendi kendime. Veyahut sorun evlenmekte mi, benim evliliğimde mi? Her evli kadın ezilir mi böyle?
Bilemiyorum, yaşayıp yaşamadığımı bilemediğim gibi.
Şimdi otuz iki yaşında bir kadınım, yaşamak için çok mu geç diyorum kendi kendime. Belki de bir başlangıç olabilir, neden olmasın? Ama iki oğlum var, elimde bir mesleğim de yok, nasıl yapacağım!
Ara sıra resim çizerim, gençliğimde daha fazla çizerdim, şimdi iş güçten zaman da kalmıyor. Belki bir sergi açarım, tablolarımı satar kendi paramı kazanırım. Ama ne bileyim, yapamaz gibi hissediyorum, hep böyle yaşayacak gibi. Erteleyip de nereye varabilirim zaten! İnsan adıma atmalı mı, hemen atmalı, çok düşünmek için hayat kısa.
Düşüncelerimin yoğunluğundan unutmuşum varlığımı, tekrar etrafıma bakıyorum.
Kadın yine orada, aynı duruşla duruyor ayakta. Aslında boş yerler var ama oturmuyor, buyrun diyene de teşekkür edip başını olumsuz anlamda sallıyor. Ben oturmak için çırpınırım oysa, bacaklarım çok ağırır, doktor ilaç yazdı ama geçmiyor ki!
Yine kendime acıyorum, “Dön bak haline!” diyorum.
Kim bu kadın? Nasıl bu kadar muhteşem?
Kadının üzerinde ki yazlık elbiseye bakarken gülümsüyorum. Aynısını görmüştüm geçen Kadıköyde çocuklarla gezerken. Onlara kıyafet alacağım diye çıkıvermiş, mağazada aynısını görmüştüm ama parayı çocuklar için harcamalıydım, alamadım bu yüzden. Tek o da değil ki, beklemezlerdi benim oğlanlar kıyafeti denememi. Acelemiz de vardı, bir rüzgar gibi geçmiştim mağazanın önünden.
Bembeyaz bir elbiseydi, dizlere kadar geliyor, askılılarında küçük pembe kurdeleler vardı. Elbisenin üzerindeki çiçek detayları muhteşemdi zaten. Ah çekiverdim içimden şimdi bu kadına bakıverirken. Yaşamadık istediğim hayatı yaşıyordu sanki.
Böyle söylerken bir suçluluk da hissetmiyor değildim. Ne de olsa iki oğlum vardı, bencilmişim gibi düşünüyordum. Onları dünyaya getiren ben, onları suçlayamazdım. Zaten suçladığıma yoktu! Bazen sadece fazla ihmal ettiğimi düşünüyordum kendimi onları iyi edeceğim diye. Oysa gelmişlerdi on yaşına, birçok şeyi kendileri yapıyordu artık ama hâlâ peşlerinde koşturuyordum telaşla.
Gençken çok enerjiktim. Yirmi beş yaşına kadar tabii, ondan sonra evlenmiştim. Gerçi başta her şey iyiydi ama yavaş yavaş yorgun, hep başkalarını düşünen, kendini unutmuş bir kadın oluverdim. Ne garipti şu dünya ve içinde küçük birer nokta olan bizler. İnsan kendisi için yaşamalı iken bir başkası için çabalayıp yolun sonunda heba oluyordu. Ne çok vardu bu ülkede benim gibi kadınlar. Gün sonunda şair olmak isteyip şiirlerini unutmuş kadınlar, öğretmen olmak isteyip her gün çamaşırlarla uğraşırken kendini unutmuş kadınlar.
Yaşamak istiyorum efendim bu hayatı! Özgürce, ardımda bıraktıklarımı düşünmeden. Giymek istiyorum o fırfırlı elbiseyi, sürmek istiyorum kırmızı ojelerim, pembe rujlarımı, maşa yapmak isterim siyah tutamlarıma, kesmek isterim saçlarımın ucundaki kırıkları!
Karşıya geçtiğimizde kadın vapurdan indi, çarşı içine doğru karışırken, kalabalıkta kaybettim onu. Bir his, tanımadık bir his doğuverdi içime. Ne yapacağımı bilmediğim bu hisle.
🌀Melisa
Ne kadar güzel bir kalemin var, zevk aldım okurken. Çok güzel olmuş eline sağlık 🤍
Betimlemelerin ile gerçekten beni etkiledin. Kadının duygularını,o zamanı, mekanı ve her şeyi sanki ben yaşıyormuşum gibi hissettim. Çok güzeldi. Diğer yazılarını merakla bekliyoruumm💕💕