Size kendi yazdığım kısa bir hikayemi paylaşacağım. Umarım beğenirsiniz ve lütfen düşüncelerinizi belirtin🌸📜
Yedi yıl oldu görmeyeli Leyla’yı. Bu renksiz duvarlar arasında onun anısını yaşatmayalı. Ne kokusu siner şimdi üzerime, ne de o narin sesi duyulur odanın diğer tarafından. Çok oldu, sabah kahvaltısında çayını içerken gazetesini okumayıp; geceleri sokak lambasının sarı ışığı ile, hafif dalgalı saçlarını parmağına dolayarak polisiye kitaplarını okumayalı. Ne zamandır pencereden dışarıyı seyrederken tüttürmüyor sigarasını. Pek zaman geçti aradan, onu toprağa mahkûm edeli.
Tuhaf bir kadındı Leyla. Pek öfkelenmezdi o, genelde hep sakindi. Duygularını yüzünde yansıtmayan, sadece dudağının kenarında ufak bir tebessümle dolaşır dururdu. Sigarasını içerken çok sık dalar gider, polisiye kitaplarını okurken çayı soğurdu. Ben vergi dairesinde çalışırken, o tek başına Beylikdüzü’nde dolaşır, akşama alınacak olanı alır, gelir gelmez yorgunluktan kendini salondaki koltuğa atıp, tavana bakarken sigarasını içerdi. Dalgındı genelde, hep karanlık düşünceleri ile boğuşurdu.
Şimdi onunla geçirdiğim bu eve aylar sonra gelmiş, onun varlığını hissetmeye çalışıyorum. Mevsimler birbirini buldu, geceler gündüze karıştı, kar kalktı yeşillik arttı ama o gelmedi bana. Ah, sevdiğim, acaba şimdi nasıl acı çekiyordur toprağın altında? O pencereleri hep açardı, soğuk bir kış gününde bile rüzgarı hissetmek isterdi çıplak teninde. Şimdi gömmüşlerdi onu kara toprağın altına.
Şimdi onun hep uzanıp kitabını okuduğu koltukta oturuyorum, bakıyorum evin içindeki eşyalara. Kapıdan girer girmez sizi bir dolu yığısı kitap karşılar. Evin her köşesinde kitaplar vardır, bir kitaplık almazdı Leyla, sevmezdi rafları. Dağınık bir kadındı zaten, hiçbir yer düzenli değildi bu evde. O gündür bugündür de değişmedi, elimi bile sürmedim.
Plaklar, sararmış sayfalar, posterler, eski konser biletleri. Beyoğlu sinemasına giderken içtiğimiz kolaların şişesi, alışveriş fişleri hep dururdu evin her yerinde. Saklardı Leyla, eşyaların hissi olduğuna inanırdı. Mesela kahverengi, daire şeklinde bir masa vardı oturduğum koltuğun önünde. Masanın üstünde bozuk bir radyo durur, bir türlü indirilmezdi oradan. Leyla bir gün eve kuzenlerini çağırdığında, yeğeni kırmıştı onu. Bir türlü kaldırmadı onu oradan. “Niye?” diye sorduğumda omuz silker, uzaklaşırdı. Anlaşılmazdı kolay kolay.
Küçük bir televizyonumuz vardı. Oysa Leyla öldüğünden beri büyük ekranlı televizyonlar çıkmıştı ama bunu yine de kaldırmadım oradan. Bu televizyonun kenarında Leyla’nın kırmızı ojesinin lekesi dururdu. Cuma akşamları televizyonun karşısında oturur, kırmızı veya yeşil ojelerini sürerken bir anda televizyon çalışmaz, gidip vururken hep ojesini bulaştırırdı.
Sevgili olduğumuz yıllarda seramik kurslarına giderdik ara sıra. İlk aylarımızdı, ellerimiz birbirine değince ben utanırdım ama Leyla umursamaz devam ederdi. Hiç utangaç bir kadın değildi o. Açık giyinmekten, derin dekoltelerden çekingenmezdi. Hep bir flörtöz tavrı olur, gülümserken bakışları ile etkilerdi karşısındaki adamı. Çok kez kıskanırdım bundan onu, o ise omuz silkerdi yine.
O seramik kurslarında beraber bir küllük yapmıştık. Kenarlarında Cemal Süreya’nın aşk şiirleri vardı. O küllük evlendiğimizden beri hep koltuğun karşısındaki pencere kenarında durur, Leyla kitabını okurken geceleri, o küllüğe onlarca izmarit bırakırdı.
“Çok içme,” derdim, o ise gülümseyerek, gözlerimin içine bakar ve bir tane daha yakardı. Yapma, öyle olmaz, sus dedikçe her şeyin tersini yapmaya devam ederdi. Kontrol edilecek bir kadın değildi, ben de hiç öyle yapmadım, olduğu gibi sevdim onu.
Hâlâ son içtiği izmaritler o küllüktedir, hiç çöpe atmadım. Bu yüzden emekleyerek koltuğun ucuna geldim, sokak lambasının ışığı geceyi aydınlatıp, karanlık salonu hafif ışığa boğuyordu. Küllükteki izmaritlerden birini aldım, parmaklarım ile Leyla’nın dudaklarının değdiği yeri okşadım, kendi dudaklarımın arasına koyup hissetmeye çalıştım, hafif bir kırmızılık da vardı onun rujundan bulaşmış.
Ayağa kalkıp yatak odamıza geçerken, kapının yanındaki askılık gözüme çarptı. Duvara yaslandım, babaannesinin verdiği başörtüsünü izledim. Sevda nine her geldiğinde bir başörtüsü getirir, Leyla’ya hediye ederdi. Leyla da bazen saçlarının yarısı gözükecek kadar takar fakat çok çabuk sıkılır, hep özenle askılığın üçüncü kısmına takardı. Ne değişikti aslında bu kadın, belki de tuhaflığa aşık olmuşumdur.
Yatak odasının sağ tarafında bir makyaj masası vardı. Dalgalı, kumral, kısacık saçlarını orada fönler, orada sürerdi kırmızı rujunu. Ben sabahları işe giderken ve o da Beylikdüzü’ne giderken onun dudaklarını öper, o da dudağıma bulaşan kırmızılığa bakıp kahkaha atardı. Her sabah buna güler dururdu, hiç de sıkılmazdı.
Geceleri saten yorganın altında büyük bir hazla sevişir, terleyince de pencereyi açar, yine sigara içerdi. Ben ise üşenir, yatakta doğrularak sigaramı içerken, onu seyrederdim. Sırtını bana döndüğünden sadece kısa saçlarının rüzgarla uçuşmasını, üstündeki gecelikten bile belli olan çillerini, kıvrımlı kalçasını, uzun, ince bacaklarını izler, hayran olurdum. Kendi kendime sevinir, o yatağa girince sarmalar vücudunu, her yerine öpücük kondururdum.
Şimdi yok artık o, bir mektupla gitti. Çekine çekine ilerledim, yatağın altından ahşap sandığı aldım ve zorlukla çekip açtım. Büyük bir sandıktı, içinde Leyla’ya ait bir sürü eşya vardı.
İlk açtığımda onun kıyafetleri gözüme gözüktü anılarıyla birer birer. Kırmızı, diz altı bir eteği vardı. Hatırlar hatırlamaz gülümsedim. Bir Mayıs akşamı arkadaşım Mehmet, karısı Gülsüm Hanım ile onun arkadaşı Leyla vardı. Tabii, o zamanlar sadece arkadaşımın arkadaşıydı ama sonra benim de karım oluvermişti. O akşam sinemaya gitmiştik hep beraber, Leyla’dan ilk etkilendiğim gündü.
Eteği yatağın üstüne koydum, başka bir kıyafetini aldım elime. Leyla’nın mayosuydu bu. Mavi mayonun üzerinde çiçekler vardı ve bu kıyafetin anısı ile gülümsemem daha da genişledi. Yine Temmuz’un sıcak bir sabahında, Mehmet, karısı ve Leyla denize gitmiştik. O zamanlar flörtleşmeye yeni yeni başlamıştık. Beraber suya girdiğimizde, onun çıplak teni ile karşılaşmış, kumral teninin güneş altında parlaması ile vücuduna da ruhu gibi aşık oluvermiştim.
Böyle böyle geçti eşyalar ve sandığın en altında birkaç not ile karşı karşıya geldim. İç çektim, paltomun cebinden bir sigara alıp, dudaklarımın arasına yerleştirdim, yakıp katlanmış kağıdı açtım, sararmıştı iyice.
Leyla intihar etmişti, hiç de anlamamıştım onun mutsuz olduğunu. Oysa o, sevgili karım, hayatı boyunca sakladığı bir mutsuzluğun pençesine takılmış.
Kağıdı açtım, yazdığı kelimelerde dolandı gözlerim.
“Sevgili eşim, biricik Suat’a, Hayatımın bu son günlerinde, epeyce bir katlanılmazlık var üzerimde. Fark etmişsindir, bu aralar hep bir öfkeli, bir sabırsızım. Oysa ben böyle bir kadın değildim ama gel gör ki halim bu. Seninle beraber neşe dolan bu hayatımın bitmesinde kendine suç kondurma, sorun bende, bu neşeli hayatımı sana borçluyum ama sevgilim, ben bunu kaldıramıyorum. Bu hayatı, bu insanları anlamlandıramıyorum. Fakat sen farklısın, sen bana bir hediyesin sevdiğim. Böyle olsun istemezdim, böyle bitmesin isterdim ama durum bu, ben böyle bir kadın oldum. Aslında hep tuhaftım da, konduramadım kendime. Sen bu halime aşık oluverdin. Üzülme ben gideceğim diye, benim anılarımla yaşa Suat. Sana bıraktığım o eşyalarla hayal kur, öyle devam et. Bencillik şimdi diyeceğim ama benden sonra evlenme, o eve başka bir kadını sokma. Benim eşyalarımı kirletmesin o kadın, eğer evleneceksen de başka ev tut. Senden tek ve son dileğim bu. Elveda Suat. Seni seven biricik eşin Leyla.”
Gözyaşlarım dolanıyor birbirine, ağlıyorum aradan yedi yıl geçmesine rağmen. Hep bir hüzün, hep bir mutsuzluk var üzerimde. Yalnız onun eşyaları ile aşk yaşıyorum, yoksa hiç mecalim yok devam etmek için. Onu özlüyorum, biricik eşimi.
Sandığa hepsini teker teker yerleştirdim, odadan çıktım ve bir kez daha bu evden çıkmak üzere evin her ayrıntısına bakındım, kapıdan çıktım tekrardan. Ama dayanamadım ya, kapının eşiğine oturup saatlerce ağladım. Onun hatıraları yetmiyordu bana, bu eşyalarla bağ kurmaya çalışıyordum yalnız
beni ağlattın mecazen söylemiyorum bunu kardeşimle beraber okuduk ve ağladık sesli okuyordum sesim titredi🥲🥲 çok çok üzücü bi hikaye ve kalemin çok güzel
okurken ağlamama engel olamadım… suatın haline mi? hayır ona kızdım belki görmeyişine aynı evin içinde aşık olduğu kadını anlayamayışına. beni etkileyen leylada kendimden şeyler bulmamdı en çok. aslında garip diye adlandırdığımız özelliklerimizi anlayabilen biri olsaydı eğer içimizdeki bir çok leylanın hayatı ne kadar güzelleşirdi. bana biraz fakat müzeyyen bu derin bir tutkuyu anımsattı. bayıldım🤍