Bu hikayem bir aşk hikayesiyle beraber vedayı ele alıyor. Görüşlerinizi yorumlarda belirtebilirsiniz. Keyifli okumalarr 🌸
Mavi sular, şimdi güneşin altında parıldarken, göğün rengini çalmışlardı. Dalgalar bir yükseliyor, bir durgunlaşıyordu. Kayalara her vuruşunda yükselen beyaz köpükler, geriye güzel bir ses armağan ediyordu. Bir martı kayada durmuşken, gelen dalgayla göğe doğru kanat çırpıyor, telaşla uzaklaşıyordu oradan. Beyaz kanatlarıyla süzülürken gak gak ediyor, boğazda kanat çırpan diğer martılara eşlik ediyordu. Çarşının sesini bastıran bu sular, insanı memleketine bir kez daha hayran bırakıyor, gurbet ellere gideceğine yanıyordu. Yabancı topraklarda çekeceği yabancılığa korkuyor, “Ne yaparım orada?” diye kara kara düşünüyordu.
Gözü dalıyordu Kız Kulesi'ne. “Son kez mi görüyorum acaba?” diye kendi kendine soruyordu. “Var mıdır bunun güzeli?” diyordu elin yabancısında. Kulenin etrafındaki gemilere bakıyor, “Birazdan ben de bunlara benzerine binip gideceğim.” diye üzülüyordu. “Bir gemi alıkoyacak beni.” diyordu içinden. Oysa birkaç gün önce kendi ülkesine kızıyor, “Ne bu bitmeyen savaşımız?” diyordu. “Var mıdır böyle ülke, kendi kendine düşman olan?” diye sorup duruyordu. Oysa gideceğine saatler kala bir özlem sarmıştı bile.
Kulenin ucunda dalgalanan kırmızı bayrağına bakıyor, bir rüzgarla beraber orada cumhuriyeti temsil etmesine hayran kalıyordu. “Vaz mı geçsem acaba?” diye düşünüyordu içinden. “Bırakıp gitmesem mi?” Ama gitmek zorundaydı, bunu en iyi kendisi biliyordu. Alacağı birkaç kuruş da olsa gidecekti, yabancı ellerde çekecekti gurbetin acısını.
Bunlardan biri de bizim sarı oğlan Ömer'di. Muğla’da iş bulamayınca gelmiş İstanbul’a, burada da zorluk çekmişti. Ne yapacağını bilmeyen gariban bir köylüydü Ömer. İş ilanlarına baka baka geçmişti gençliği. Ne yazık ki otuzlarına yaklaşmış bir adamdı artık. Gençliğin heyecanı, boşvermişliği de bitmişti. İşler ciddiye binince soluğu yurt dışında buluvermişti.
Ömer, mavi gözlü, sarışın bir oğlandı. Saçlarını kısa keser, ağır işlerde çalıştığı için hemen terlerdi. Keskin bir yüz hattı vardı. Uzaktan bakıldığında insanı korkutur, soru sormaya çekindirirdi. Yüzü hafif kare biçiminde, çene hatları belirgindi. Mavi gözleri büyük ama toz topraktan görünmeyecek hale geldiği zamanlar olurdu. Hele madende çalıştığı zaman, yüzü görünmez, bir tek o büyük mavi gözleri ortaya çıkardı. O gözler ki gençken çok kızı kendine âşık etmişti. Oysa Ömer, ağır işlerde çalışmaktan başka bir şeye zaman ayıramazdı. Bir tek sevdiği kadın vardı, adı Gökçe.
“Gideceksin yani, değil mi?” O narin ses kulaklarını okşadı, şu hayran kaldığı İstanbul Boğazı’nı bile unutturdu ona. Bir hızla yanında oturmuş, çekingen gözlerle ona bakan kadın vardı. Gökçe’ydi işte bu kadın, onun tek sevdiği.
“Geleceğim, Gökçe. Seni buralarda tek bırakmam ben. Geleceğim gibi evleneceğim.”
Üç ay önce nişanlanmışlardı. Ömer okumamış, lise mezunu bir oğlandı ki onu bile zor okumuştu. Üniversiteye gidememiş ama cahil kalmak istemediği için çok şiir ve kitap okuyan bir çocuktu. Gençliği Nazım Hikmet’in şiirleri ve Namık Kemal’in yazdıkları ile geçmiş, hâl böyle olunca vatan sevgisiyle dolup taşmıştı yüreği. Bilakis Gökçe, üniversite okumuş, İstanbullu bir kızdı. Beyoğlu’nda doğmuş, memur bir ailenin kızı ve tek çocuğuydu. Ömer ile de Beyoğlu sinemasında tanışmışlardı. Gizli gizli buluşmalar, Ömer’den Gökçe’ye şiir mektupları gitmiş, ikisi de birbirine tutulmuşlardı. Ama Gökçe’nin ailesi okumuş, kültürlü bir aile iken Ömer’in ailesi köyde yaşayan, tarım ve hayvancılıkla geçinen bir aileydi ve hâl böyle olunca nişanlanmaları epey zor olmuştu. Ömer’in inatçı ve sabırlı kişiliği ile de nişan sonunda gerçekleşmişti. Yine de Gökçe’nin annesi Filiz Hanım hâlâ bu evliliği desteklemiyor, kocası olan Ali Bey sayesinde biraz yumuşuyordu. Hele bu gurbet olayı çıkınca daha da köpürmüş, kızına kızıp durmuştu.
“Ne zaman geleceksin peki? Çok bekleyecek miyim?” Ömer sustu, kucağında duran ellerine indi bakışları. Üstünde bir mahcubiyet varken sevdiği kadınla konuşmak da zor. Ne de olsa nişanlı sevgilisini buralarda öylece bırakmak onu da üzüyordu.
“Belli değil ama ben çok durmam.”
“Ne kadar ama Ömer? Aylar mı, yıllar mı?” Gökçe’nin kırmızıya boyanmış parmakları, yeşil gözlerinin önüne gelen sarı bukleleri çekti, hafif Ömer’e doğru döndü.
“Çok uzun olsa beklemez misin?” Tereddütle sormuştu bu soruyu Ömer. Hakkı olmadığını düşünüyordu istemsizce.
Gökçe’nin elleri, kendi ellerini bulduğunda gülümsedi. Kızın narinliği onun ellerinde güzel bir hissiyat veriyordu. Oysa onların birleşmiş ellerine bakarken bile ne garip bir görüntü vardı. Ömer’in elleri sert, nasırlı ellerdi. Kazma tutmaktan parmakları sertleşmişti, tırnaklarının etrafı karaydı. Bu da bir dönem sanayide çalıştığı için geçmesi zor oluyordu.
“Tabii bekleyeceğim. Ömrümün sonuna kadar hem de, Ömer! Sen gelmesen bile bir başka adama gönül koymam ben, evlenmem de.” Ömer gülümsedi, yine utanarak.
“Eğer bir gün ölüm haberim gelirse...”
“Ömer, neler diyor senin ağzın? Tövbe et de gerçekleşmesin. Aklına getirme şunları.” Kızın yeşil, büyük gözleri hemencecik yaşlarla dolmuş, kızarmıştı. Ömer o gözlere bakınca kendini suçladı, hemen avucunu kızın pembe allık sürdüğü yanağına koydu.
“Bak, eğer olur da oralarda ölürsem, ilk mezarımı buraya getirmek için her şeyi yap ama hayatın boyunca bekar da kalma. Bir gün evlen, ben ölürsem bir gün evlen ve hep istediğin gibi bir kız çocuğu annesi ol.”
Gökçe başını iki yana salladı. Bir yaş, yanağından süzülüp Ömer’in eline düşerken, orada bıraktığı ıslaklık canını yaktı Ömer’in.
“Kendini de harap etme böyle. Bak, ben geleceğim ama olur da gelemezsem git evlen. Bu memlekette bekar kadın olmak da zor.”
“Evlenmem, evlenemem Ömer. Ben senden başkasına nasıl bakarım? Sen gelmesen bile hayalinle yaşar, öyle ölür giderim.”
İçten içe mutlu oluyordu aslında Ömer, bunu kendisine bile itiraf etmeye korka dururken. Çünkü hayal etmesi zordu sevdiği kadını bir başka adam ile sarılırken, aynı evde sabah kahvaltılarını yaparken.
“Anangil zorlarsa peki?”
“Dinlemem!”
Bir süre sessizlik girdi bu kelimeden sonra ikisine de. Biri, gurbet ellerde nasıl yaşayacağını düşünüp durdu, sevdiği kadını yalnız bırakacağına kahroldu, “Acaba ne zaman tekrar kavuşuruz?” diye düşündü durdu, kızın kucağına koyduğu ellerini izlerken. Kadın ise onun gibi sevdiği adamın uzaklarda nasıl yaşayacağını, ne yiyeceğini, nasıl uyum sağlayacağını düşündü, hem de onu nasıl uzun zaman bekleyeceğini düşündü de üzüldü.
Gökçe, üniversite yıllarında, daha genç bir kızken yurt dışına gitmişti. Babası üniversitede profesör olduğundan yurt dışında konuşması olacaktı ve annesi, babası ve Gökçe İngiltere’ye gitmiş, oranın kültürüyle de tanışmıştı. Bu yüzdendi gerginliği, Ömer için kara kara düşünüyordu. Hem çalışacağı iş de ağır işti. Almanya’ya gidecekti hem de, oldukça kurallı ve sıkı bir ülkeydi. Fabrikaya gidecekti çalışmaya. “Ne iş olsa da yapacağım, para biriktirip sevdiğim kadınla güzel bir ömür süreceğim.” diyordu.
“Ömer,” dedi Gökçe, hafif çekingen bir sesle. Nişanlısı ise kara düşüncelerine dalmış gidiyordu ama onun sesini duymasıyla başını kaldırdı, mavi gözlerini dikti yeşil gözlerine.
“Ne oldu?”
“Bundan beş yıl evvel kuzenim Kasım da gitmişti Almanya’ya. Tabii, o bir okulda öğretmen olmak için gitmişti ama fabrikada çalışan işçi Türkleri de gördü.”
Ömer olduğu yerde dikleşmiş, omuzlarını kaldırmıştı çünkü cümlenin devamını tahmin edebiliyordu.
“Çok zor şartlarda çalışıyorlar dedi bize geçen geldiğinde. Yetmiş birde geldi, mayıs ayında. Bir yıl geçmiş aradan, hiç memnun değil oradaki Türkler dedi. Bir görseniz, yüzleri kara, çalışmaktan zayıflamışlar.” diyordu sürekli.
Ömer bunları umursamadı, zaten çocukluğundan beri zorlukla yaşamış bir oğlandı, ona vız gelirdi bu ağır işler.
“Peki, para durumları nasıl olurmuş? İyiye mi çalışırlarmış?” Hemen yüzü meraklı bir hâl almıştı. Merak ediyordu gelecek cevabı da.
“Paraları iyiymiş çok şükür ama zormuş Ömer, çok zormuş. Ya sen yapamazsan orada?” Gökçe rahat bir hayat süren kızdı, bu yüzden dayanabileceğini düşünmediği için de Ömer’in adına da şüpheleniyordu.
“Ben mi? Ben çocukluktan beri zor işlerle göğüs gerdim. Ne diye bunu düşünüp duruyorsun sen, Gökçem? Bak, ben halledeceğim. Sağ salim de, cebimde yeterli bir miktarla da gelip düğün yapacağım bize. Göreceksin, bak!” Onun ellerini tuttu, dudaklarına götürüp yumuşak bir buse kondurdu.
“Ama bana hep mektup yaz oradan! Bak, unutayım deme, hep mektup yaz!” Gökçe birden sertleşmiş, sesi yükselmişti.
“Yazacağım tabii, tek sana ve anamlara yazacağım! Başka kimim var zaten?”
“O zaman gönlüm rahat olacak, senin yolunu gözetleyeceğim sadece. Senden bir haber ile hemencecik mutlu olacağım.” Oysa içten içe hâlâ sıkıntı dolmuştu içi de belli etmemeye çalışıyordu artık. Hem sevdiği adamın da aklı onda kalsın istemiyordu.
Ömer tekrar ağzını açacakken geminin dümen sesi yükseldi aralarında. Oturdukları banklarda ikisi de gerildi, anladı ayrılık vaktinin geldiğini.
Büyük gemi ses çıkararak sahile yaklaşıyor, sıra sıra olmuş birden fazla Türk’ü korkutuyor, heyecanlandırıyordu. Kimisi Anadolu’nun fakir bir köyünden gelmiş gencecik oğlandı, kimisi zengin, okumuş ve oraya eğitim vermeye giden bir burjuvaydı. Böyle olunca birçok sınıf gözler önüne sunulmuştu.
“Sanırım vakit geldi.” diyerek ayaklanan Ömer, anasının hazırladığı büyük iki çantayı aldı, Gökçe’nin kızarmış, tekrar yaşlarla dolmuş gözlerine baktı.
“Ağlama böyle sevgilim, sık sık mektup yazacağım sana.” diyerek onu kendine çekiverdi, sımsıkı sarıldı bu naif vücuda.
“Seni çok özleyeceğim Ömer.” derken sesi titreyen genç kız, kollarından ayrıldı. Yüzünü ellerinin arasına alan Ömer, ona acıyla baktı. Yaşlarını sildi elinin tersiyle, hafifçe yüzüne yaklaştığında dudaklarına küçük, unutulmaz bir buse kondurdu. Kızın yaşları dudaklarında silindi gitti.
Şimdiden vücudu hasret çekiyor, yüreği yanıyordu. Onu çok özleyecekti, ikisi de nasıl dayanacağını düşüne düşüne ağlıyordu.
“Gemi kalkıyor, yolcular çabuk olsun!” Gemiden gelen o kalın ses ile birbirinden ayrıldılar. Gökçe elini eteğinin cebine attı, küçük beyaz, çiçek işlemeli mendilini çıkardı ve Ömer’e uzattı.
“Bunu yanına al, benden sana hatıra.” dedi, utanarak. Ömer, burnuna yaklaştırıp kızın kokusunun sindiği mendili kokladı. Gözlerinin dolduğunu hissetmesiyle hemencecik şapkasını başına geçirdi, hafiften önüne çekti.
“Hoşça kal, kendine iyi bak Gökçem.”
“Hoşça kal Ömer. Seni hep bekleyeceğim.” Elini dudağına götürüp öptü, sonra ona el salladı. Ömer sırtını kıza dönmüş, gemiye ilerlerken sıra ona geldi.
“Kimliğiniz lütfen!” Geminin girişinde duran adama kimliğini gösterdi. Adamın geriye çekilmesiyle gemiye bindi ve şimdiden özleyeceği memleketine baktı. Son kez ezan sesini duyuyordu belki. Acaba orada da cami var mıdır diye düşünürken gemi hareketlendi, boğazda ilerlemeye başladı.
Koşarak geminin kenarına gitti, ona bakan sevgilisini görür görmez elini sallamaya başladı. Gökçe de mendili dudaklarına bastırmış ağlarken ellerini salladı ve geminin sularda ilerlemesiyle sevdiği kadın önce küçük bir nokta oldu ve sonra gözden kayboldu.
“Nişanlı mısın?” Duyduğu ses ile arkasını döndü, ona bakıp sigara içen, orta yaşlarda esmer bir adamla göz göze geldi.
“Evet.” dedi, çekinerek.
“Ah, oğlum ah! Çok hasret çekeceksin. Dua et de kız seni beklesin, çoğu sözünü tutmaz da evlenir.” dedi ve sonra diğer kenara geçmek üzere yürümeye başladı.
Ömer sıkıntıyla iç çekip kenara oturdu. Suları izlerken, hem memlekete hasreti hem de sevda hasretiyle yandı yüreği. Defterini çıkardı paltosunun iç cebinden, bitmeye yakın durmuş kurşun kalemiyle aşk dolu mısralar yazmak üzere kalemi deftere değdirdi.
Böylece gemi Almanya’ya gitmek üzere ilerlerken, Gökçe’nin verdiği mendil, Ömer fark etmeden uçup denize karıştı ve kayboldu. Belki bir daha asla bir benzerini alamayacaktı.
~Melisa~
yazarken o kadar güzel betimlemişsin ki her şeyi sanki bir yazı okuyor değil de o anı izliyor gibi hissettim. lütfen bekle gökçe… acılarını, yan yana oldukları anda bile başlayan o özlemi hissettim resmen. bi son yazmak ister misin bilmiyorum ama devamını okumak çok isterim
Cok ama cok muhtesem bir yaziydi.Umarim bu yazi benim icimin isindigi gibi diger okuyan kisilerin de icini isitir,bu yazi bana bir Yeşilçam filmi gibi geldi. Sicak bir 80’ler havasi verdi.Bunu okumayan cok sey kaybeder diyorum ve burada cumlelerime bir son buluyorum iyi okumalar 🫠🫠