Herkese merhabaa✨ Size güzel bir hikaye ile geldim ama tetikleyici unsurlar mevcut. Kardeşini öldüren bir abinin içsel hesaplaması var, etkilenecek olanlar okumayabilir🌸 Düşüncelerinizi yorumlara yazmayı unutmayınız📋
Kardeşimi öldürdüm, doğrusu hiç de vicdanım sızlamadı. İnsan hiç mi korkmaz? Hele bir cesedin başında yirmi iki saat boyunca oturup sadece onu izlemekten. Ne yapacağımı bilemiyorum, annemler gelsin istiyorum, onu görsünler, onun atmayan kalbini son bir umutla dinlesinler istiyorum. O öldü, kendi kardeşimi öldürdüm.
Mavi gözleri yaşamdan uzak, donuk bir hâlde bana bakıyor. Hiç de çekmedi yirmi iki saat boyunca. Gözlerinin çevresi kupkuru, eskiden gördüğüm hisler yok olmuş. Nasıl olur diyorum kendi kendime. Daha bir hafta önce gözleri ışıl ışıl parlayan o adam nasıl oldu da bu hâle geldi? Onun gözlerindeki ışığı çalan ben, ahlaksızın teki mi oldum?
Yüzü morarmış, dokunmaya korkuyorum, öyle kaskatı kesilmiş yerde yatarken. Kurumuş kanların arasında bedeni bir heykelden farksız. Hele boynundaki çürükler felaket bir kokuya sebep oluyor. Ama garip, iğrenmiyorum. Doğrusu bundan zevk de aldığım söylenebilir, içimdeki intikam duygusu söndü, bunu daha önceden yapmalıydım.
Şimdi karnında hafif şişlikler olmuş, parmağımı uzatıyorum ama dokunamıyorum da sanki canlanacak diye. Canlansın istemiyorum, yaşamdan uzak kalsın istiyorum. Onu ölüyken bile kıskanıyorum doğrusu, annemler arkasından ağlayacak bilmiyor değilim ama onun yerini bu sefer ben dolduracağım.
Gözleri hâlâ bende, ne kadar benziyor renkleri aslında. O var olduğu süreç boyunca hiç fark etmemişim ama sahiden tıpatıp gözlerimiz var. Tek bir fark, o artık hayattan uzak bir donukluğa sahip, bense yaşamın kendisini taşıyorum.
Dudakları çekilmiş, beyaz dişleri gözüküyor artık. Sanki beni ısıracak gibi uzatmış. Ama öldü, ne yapabilir ki? Onun beyaz dişlerini seyre dalarken bir anı oynuyor zihnimde. Canlanan anıyla keyfim büsbütün kaçıyor.
Daha ben yedi yaşındayken o on bir yaşındaydı. Üst dişim sallanıyordu, annem çekelim dese de ben korkudan hep kaçıyordum. Bir gün abim beni kandırmış, “Gel dondurma yiyelim.” diyerek dışarıya çıkarmıştı. Meğersem dişçiye götürecekmiş de haberim yokmuş. O gün dişim çekildiğinde hastanede bağırıp duruyordum acıdan. Gözyaşlarım kurumuşken göz çukurlarımda, abim bana sırıtarak bakıyordu. “Bak abin hiç ağlamaz böyle şeylerde, sen ne diye ağlayıp duruyorsun Yaman?” demişti o gün. Öyle hırslanmış, öyle aciz hissetmiştim ki abime vurmak, onun dişini de düşürmek istemiştim. Eve gidince hâlâ ağlıyordum, bir türlü dinmezdi acı. “Bir de erkek evladı olacaksın, kız mısın da ağlıyorsun oğlum sen?” diyerek patakladığını hatırlarım beni. O gündür bugündür ağlamam, hep gülümserim kötü bir anda bile.
Babam otoriter, katı bir adamdı. Kurallarla büyümüş bir oğlandım. Abim bana kıyasla daha sert, daha başarılıydı. Daha ortaokulda bile birçok alanda ödül almış, başarılı öğrencilerden biri hâline gelmişti. Ben yaramaz, hiperaktif çocuğun tekiydim. Babam bana hep kızardı.
Bir gün evde top oynarken abimin ödülünü kırmıştım, abim ağlamamış ama fazla üzülmüştü. Babam bunu görünce beni şubat ayının soğuk bir gecesinde balkona kitlemiş, saatlerce orada tutmuştu. O gündür bugündür babamdan korkarım, asla da kalbinin içerisine girmeye çalışmadım.
Şimdi bu diş çekme anısı ile abimin dişlerine baktım. Canı acıyamayacaktı biliyorum ama inandığı Tanrı onun ruhunu saklardı. Belki ruhu acırdı, belki ruhu hâlâ bedeniyle bütündü.
Bir umut mutfak raflarını karıştırdım, babamın alet çantasını aradım. Ellerimde kurumuş kan lekeleri ile dolaplara dokunuyor, evin her bir köşesine ölü bir adamın izini bırakıyordum. Babamın alet çantasını bulur bulmaz telaşla cesedin yanına gittim. Hâlâ aynı yerde, aynı duruşla yatıyordu. Etrafında küçük bir kan gölü oluşmuştu, kanların bir kısmı kurumuş olsa da yer yer ıslaklıklar durmuyor değildi.
Çantadan pençeyi aldım, abimin ağzını araladım ve parmağımı dişlerinde dolandırdım. Büyük bir utanç sarıyordu o sırada ruhumu. Ellerim bundan dolayı hafiften titrese de içten içe zevk de duymuyor değildim.
Dudaklarını aralayıp dişini penseye kıstırmak zor oluyordu, ellerim titriyordu hem heyecandan hem de uyguladığım güçten.
Üst dişlerinden bir tanesini seçtim, parmağımla hafiften dolaştırdım beyazlığın üzerinde. Islaklık yoktu, yaşamaya karşı en ufak bir iz bile yoktu bu aciz bedende.
Penseyle tuttum dişi, kan gelmeyecekti biliyorum ama oradaki boşluk benim içimdeki boşluğu dolduracaktı. Bunun düşüyle dudağıma bir tebessüm kondurdum. Dişi çeker çekmez küçük bir sıvı bulaştı pensenin ucuna. Bu kan değildi, sanırım cesedin bozulmaya başladığını gösteren bir sıvıydı. Kan değildi çünkü o ölüydü.
Kan değildi, o artık ölmüştü. Bunun gerçeğiyle dudaklarımdaki tebessüm genişledi, kendimi görmesem de gözlerimin de ışıldadığına emindim. Çünkü insan, yıllardır dolduramadığı o boşluğu doldurduğunda büyük bir haz alır ve ben ömrümde ilk defa kendimi değerli hissediyorum başka birinin yokluğuyla.
Bana hasta, deli, ahlaksız diyeceksiniz, biliyorum. Ama sizin o berbat ahlakınızı umursamıyorum! Ahlak baskınız bir başkasının ahlaksız olmasına vesile oluyorsa, sizler asıl ahlaksızlarsınızdır! Ve ben, hayatımı mahveden bu adamı öldürerek onun ahlaksızlığıyla intikam aldım. Tek fark, o sözlerle, davranışlarla bunu yaptı; ben ise birkaç bıçak darbesiyle.
Babam beni hep döverdi, her yerim çürürdü, morardı. Abim bazen güler, bazen uzaktan izler ama asla karışmazdı. Babam giderdi evden, çürüklere merhem sürecek kimsem olmazdı. Aynı abimin şu anki bedeninde var olan çürükler gibi. Otuz iki yıl boyunca kimse yardım etmedi, özür dilemedi ama asıl katil ben miydim?
Yalvardığım o soğuk şubat gecesinde kimse içeriye beni almazken, hep dışarıda kalan ben olurken, asıl vicdansız ben miydim? İnsan evladı, kendi nefretiyle bir başkasına zulmettirdi, bir başkası da ona zulmettirdi; döngü böyle devam etti ama kimse kendisinin asıl ahlaksız olduğunu kabul etmedi. Oysa her insan ahlaksızdı, dindarından dinsizine kadar. Ve Tanrı, olsun ya da olmasın, insan tanrıyı yaratırdı ve onun ahlak kurallarını kendi ahlak kurallarına göre oluşturur, “Bu Tanrı’nın kurallarıdır.” derdi. Anayasa gibi. Çünkü anayasa, güçlünün haklı çıkması için her şeyi yapar; hak, haklıya göre değil, güçlüye ve güçsüze göre şekillenir.
Ve şimdi elime bulaşmış kanları görürseniz eğer, kendi ellerinizdekini göreceksiniz. Açın o tanrıya dua etmenizi sağlayan avuçlarınızı! Bir çocuğa tokat atan siz, bir adamın kalbini kıran siz, bir kadına hakaret eden siz, bir anneyi öldüren siz, bir yaşlıya hakaret eden siz, katil değil misiniz? Asıl ahlaksız kim? Ben miyim?
Bugün abimi öldürdüm, on iki yaşımda babam beni kemerle döverken gururumu öldürdüğü gibi. Bugün abime bıçak sapladım, onun ödülünü düşürdüğümde bana tokat attığı gibi. Bugün abime vurdum, abimle kavga ettiğimde annemin hep bana akşam yemeğini vermediği gibi. O dört duvar odanın arasında balkona attılar beni, bir daha da asla oraya ait olamadım.
Gelen kilit sesiyle irkildim, anne ve babamın seslerini duydum beraberinde. “Valla Murat, sen ne kadar dersen de o garson epey komikti! Valla ne iyi geçti şu tatil, bir daha yapalım!” “Yapalım Gül de bizim oğlan Fırat da hiç aramadı. Oysa hep arardı, telefonlara da bakmadı, ne oldu acaba?” Sesleri yakınlaşıyor, adımlarını daha iyi duyuyordum. “Fırat, Yaman!” İlk babam girdi içeriye, salonun kapısının aralık kısmından başını uzattı. Yüzündeki tebessüm silinmezken gözleri ilk beni buldu ve çatılan kaşlarıyla bakışları yere indi. Orada, öylece yatan abimi gördü. Ne hissetti, ne düşündü anlayamadım. Belki beni de o öldürecekti. Belki evlat katili olacaktı, benim kardeş katili olduğum gibi. Merakla bekledim, en ufak korku doğmadı içime. Ama affedeceklerdi, değil mi? Artık annem beni sevecekti abim yerine! Onun yerini bu sefer ben dolduracaktım.
Bu hayallerimle gülümsedim, babama bir umutla baktım. “Dikilme öyle Murat, çık da Fırat’ıma bakayım!” Annem babamı iteklediğinde koskoca adam yıkılıp kaldı koltuğun üstüne. Gözleri cansız bedende duruyor, bir türlü başka bir noktaya bakamıyordu.
Acı bir feryat duyuldu bu sırada. Annemin acıyla haykırmasını işittim babamdan çektiğimde gözlerimi. Titreyen bacakları onu tutamazken yere yığıldı, elleri gözlerine kapandı, bakamadı abime. “Lan sen ne yaptın! Yaman, sen ne yaptın!” Babam haykırarak bana baktığında ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü o an, beni affetmeyeceklerini, abim yerine beni sevmeyeceklerini anladım. “Orospu çocuğu, ne yaptın lan sen! Pezevenk herif, ne yaptın!” Bir hışımla ayağa kalktı, bana gelecek gibi oldu ama geri çekildi, elleri saçlarına karıştı, bir ileri bir geri gidip durdu. “Fırat, oğlum, yaşıyorsun değil mi anneciğim?” Annem gözlerini açtı, çürümüş, yer yer şişmiş derisini gördü abimin. Ve dişlerindeki boşluğu, elimde tuttuğum penseyi gördü. Acıyla haykırdı tekrardan, başını yana eğdi, öğürerek kustu.
“Anne, özür dilerim ama ben varım! Ben abimin yerini doldururum, yemek hazırladım bize, yiyelim mi?” Arkamı işaret ettim, tezgâhı gösterirken. Bana baktı, ama öyle korkarak ve öyle nefretle baktı ki susup kaldım.
“Öldüreceğim lan seni! Bu sefer öldüreceğim lan piç herif!” Hızla başımı kaldırdım, bana doğru gelen babamı gördüm. Kaçmadım, kaçmak da istemedim. Yakalarımdan tuttu, bir hışımda ayağı kaldırdı. Bir güç uygulayamadım, ne yapacağımı bilemedim. Başıyla burnuma yumruk attı, tam düşecekken tuttu. Yüzümün, bedenimin her bir yerine vurdu, diziyle tekme attı, tokatları ardı ardına savurdu, ben en son halsizlikten yere yığılırken. “Yaman, bittin lan sen! Seni öldüreceğim, s*ktiğimin herifi! Ecelin olacağım oğlum senin!” Mutfağa girdiğini gördüğümde öylece anneme bakmaya başladım. Abime sarılmış, onun ismini mırıldanırken ağlıyor, çığlıklar atıyordu.
“Gel lan buraya!” Ne olduğunu anlayamazken babamın elindeki bıçağı gördüm, bir hayal kırıklığı sardı etrafımı. “Baba, beni sevin diye yaptım. Yemin ederim, kendimi tutamadım! Özür dilerim! Özür dilerim, affet beni, baba oğul olalım!” “Yaman, sen benim oğlum değilsin, hiç olmadın. Hastasın lan sen! Hep öyleydin. Keşke, keşke seni daha önceden öldürseydim de Fırat’ı öldürmeseydin. O acı çekmeseydi, senin ruh hastası olman yüzünden.” Ve babamın dudaklarından yüzüme gelen tükürükler, ağlamış gözlerindeki kırmızılığın nefretle buluşması, dağılmış hâliyle öleceğimi anladım. Bununla beraber karnımda hissettiğim darbeler, babamın elindeki bıçak yüzündendi. “Baba, ben sadece sevin diye yaptım.” demekten öteye gidemezken yere yığıldım, o bıçağı çıkarmazken. Bıçağı almadı, kanlar yere doğru süzülürken ve annemin yanına gitmeden önce ayağındaki ayakkabıyla yüzüme sertçe bastırdı, bedenime tükürdü ve bırakıp gitti beni.
“Ben özür dilerim, sadece sevin diye yaptım. Anne, lütfen ölmeme izin verme.” O beni duymadı, abime bakıyor, Fırat diyerek ağlıyor, çığlıklar atıyordu. Deliye dönmüşçesine bağırıyor, babama bakıyor, abimi işaret ediyordu. Gözlerim kapanırken son gördüğüm tek şey, üçünün tekrar bir arada olmasıydı. Ben yine o evde değil, soğuk balkonda kalmıştım.
Melisa bu kalem boşa gitmesin. Sana kendi gözümden sahici ve profesyonel bir yol haritası sunmak istiyorum.Bu hikayeyi sadece bir yazı olarak bırakmak gerçekten yazık olur. Bölüm bölüm paylaş bir seriye dönüştür. Karakterin geçmişi, cinayet sonrası sorgulaması, psikiyatri süreci gibi açılabilecek çok güçlü katmanlar var. Her bölüm neredeyse başlı başına kısa film sahnesi gibi zaten.Eğer kısa film yoluna girersen senaryo geliştirme desteği için başvurabileceğin yerler var. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü her yıl kısa film ve senaryo yazımı için çağrılar açıyor.sinema.ktb.gov.tr
Üniversitelerle iş birliği kurulabilir
Bu noktada çok içten bir şey paylaşmak istiyorum:
Ben lisede İstanbul Ticaret Odası Anadolu Teknik Lisesi (İTO)’nda Radyo ve Televizyon okudum.
Geçiş hakkımla Trakya Üniversitesi’nde yine aynı bölümde eğitimime devam ettim.
Sonrasında ise Sosyolojiyle tanıştım ve bu alanda lisans eğitimimi tamamladım. Şu anda da bu alanda kendimi geliştirmeye devam ediyorum.Bizim dönemimizde dışarıdan gelen güçlü yazılar senaryolar öğrencilere ulaştırılırdı. Öğrenciler de onları kısa filme dönüştürür festivallere gönderir, prodüksiyon deneyimi kazanırdı.
Senin yazın da tam böyle bir hikaye
Anadolu Üniversitesi – İletişim Fakültesi
Bahçeşehir Üniversitesi – CineFab gibi yerlerdeki öğrencilerle paylaşırsan hem bir film çıkar hem de ciddi bir festival yolculuğu olur.
Ayrıca bu hikaye sesli anlatı formatı için de biçilmiş kaftan bence İçsel anlatımı çok güçlü bu nedenle
Storytel Türkiye gibi platformlar psikolojik kurgu ve iç monolog tarzı hikayeleri sesli podcast serisine dönüştürüyor. 10-15 dakikalık bölümlere ayırarak sesli drama serisi yapılabilir.
Eğer hala sadece burda paylaşıyorsan bu hikayeyi Wattpad’e “Psikolojik Gerilim” kategorisinde yükle.Veya burda Substack’te bölümler halinde yayımla. Okur kitlen büyüdükçe sponsorlu içeriklere bile geçebilirsin.Son olarak bu işin ustalarından ilham alabileceğin bazı isimler var kişisel önerim tabi..
Ercan Kesal – hem doktor hem yazar Bir Zamanlar Anadolu’da filminin senaristi.
Burak Göral – senaryo danışmanı birçok kısa film yarışmasında jüri üyesi.
Nilüfer Açıkalın – tiyatrocu aynı zamanda yazı atölyeleri veriyor. Duygusal yoğunluğu olan hikayelere bayılıyor.
Yani ballı lokmam
Bu yazının kaybolup gitmesine gerçekten gönlüm razı değil.
Senin kalemin sahici, çarpıcı ve cesur. Bunu bir roman, bir sesli hikaye ya da bir kısa film yapabilirsin. Hatta hepsini birden.
Ve biz?
Biz ilk okuyanlardan olduğumuz için şanslıyız. 🍂
Bu bir yazı değil bu bildiğin psikolojik bir tokat. Melisa… sen ne yaptın kızım? Okurken midem bulandı içim daraldı ama gözlerimi alamadım.
Bu kadar rahatsız edici olup bu kadar iyi yazmak… delilikle dahilik arasında kalem oynatmışsın.
Kurgusal anlatımı çok güçlü sinematografik detaylarla dolu özellikle de karakterin zihinsel çözülmesini adım adım işleyen bir yapısı var. Bir an dedim ki bu film senaryosu falan olmalı o yüzden sana kendi fikrimi extra yazacağım
Yani diyeceğim o ki… sen bir roman yazarsan biz hazırız. Hatta Netflix’in Türk distopya bölümü seni bekliyor.